Astare şa

4 readers
2 users here now

Anti kapitalist Anti faşist Anti sömürgeci Anti mülkiyetçi ekolojist

founded 5 months ago
MODERATORS
526
527
528
 
 

“Öldürmenin pek çok yolu vardır: Karnına bıçak saplamak, ekmeğini elinden almak, hastalığını iyileştirmemek, kötü koşullarda yaşatmak, ölesiye çalıştırmak, intihara sürüklemek, savaşa yollamak vs. Kanunlarda bunların pek azı yasaktır.”

—Bertolt Brecht

529
 
 
530
531
1
submitted 4 months ago by astaresiya to c/bover
 
 

Kamâlizm sol değil tam tersine aşırı sağ, ırkçı, faşist, şoven, darbeci ve sosyal darvinist bir ideolojidir. Kamâlist ideolojinin kurguladığı rejim ise patrimonyal şeflik düzenine dayalı apartheid bir rejimdir.

532
533
 
 

"Her anlamsızlık felsefesi, sırf kendini dile getirdiği için, bir çelişki üzerinde yaşar. Böylece, az da olsa bir tutarlılık verir tutarsızlığa, düzensiz, bağıntısız olduğunu belirttiği şeye geçerlilik kazandırır. Konuşmak düzeltmektir. Sessizlik de bir anlam belirtmeseydi, anlamsızlık üzerine kurulmuş tek tutarlı tutum sessizlik olurdu. Tam uyumsuzluk dilsiz olmaya çalışır. Konuşursa, bundan hoşlandığı ya da, göreceğimiz gibi, kendini geçici saydığı için konuşur. Bu gevşeklik, bu kendi kendine değer verme, uyumsuz tutumun iki anlamlılığını iyice belli eder. Bir anlamda, insanı yalnızlığı içinde anlatmaya kalkan uyumsuz, onu bir ayna önünde yaşatır. İlk sızının rahatlığa dönüşme tehlikesi belirir o zaman. Bunca özenle kaşınan yara, sonunda zevk vermeye başlar."

534
0
..... (lemmy.world)
submitted 5 months ago by astaresiya to c/bover
 
 
535
 
 

"Ötekinin var olduğu zamanlar sona erdi. Gizem olarak öteki, baştan çıkarma olarak öteki, Eros, arzu, cehennem ve acı olarak öteki ortadan kayboluyor. Bugün, ötekinin negatifliği, yerini aynının pozitifliğine bırakıyor. Aynının aşırı çoğalması, toplumsal gövdeyi etkileyen patolojik değişikliklere sebep oluyor. Bünyeyi hasta eden şey, mahrumiyet ve yasaklama değil, aşırı iletişim ve aşırı tüketim; bastırma ve olumsuzlama değil, her şeye izin verme ve her şeyi olumlamadır. Zamanımızın patolojik alameti bastırma değil, depresyondur. Yıkıcı baskı ötekiden değil, içten gelir."

536
 
 

"K. Harris: Prof. Ayer, kitaplardan, öğrenmekten ve düşünce alışverişinden söz ettiniz. Bana öyle geliyor ki, çok okumamış ve kafa yormamış bir insan içten bir Hümanist olamaz. Gerçekte, bu düşünceleri, herkes her zaman kavrayamaz, değil mi?

A. J. Ayer: Çok önemli bir sorundur bu bence. Bize karşı şunu ileri sürüyorlar: Öbür dünyaya inanmadığımız için, insanlarda umut adına bir şey bırakmıyormuşuz. Bizim ilkemiz şu: Gerçekleşebilecek ne kadar iyi şey varsa, bu dünyada gerçekleşmelidir; insan hayatı yaşanmaya değer bir hayat olabilir ve bu dünyada ulaşılacak amaçlar vardır. Tarih bakımından, sorunuzun da içerdiği gibi, çok küçük bir sınıf insan için doğru olmuştur bu. Her şeyden önce, insanın bütün bu sorunları biraz olsun akıl yoluyla ortaya atabilmesi için, belli bir kafa gelişmesine ulaşmış olması gerekir sanıyorum. Sonra, insan bu sorunları ortaya koysa ve bu dünyada yaşadığımız hayattan sonra her şeyin bittiğine karar verse, yine de çoğu zaman bunu yeterince değerlendirecek durumda değildir ya çok yoksuldur, ölesiye çalışmak zorundadır, ya sağlığı yerinde değildir vb. Bu durumdaki insanlar çok çabuk umutsuzluğa düşerler. Onun için, bana göre, bugünkü durumda, Hümanist Akımın yapmaya çalışması gereken en önemli şey, üyelere açık olan bütün olanaklarla insanların toplumsal koşullarını yoluna koymak olmalıdır. Yalnız ekonomik koşullarını değil, eğitim olanaklarını da geliştirmeye çalışmalıdır. Ben kendim, bugün Kiliselerle savaşacak yerde çağdaş Hümanist akımın bütün çabasını başlıca eğitim ve ekonomi sorunları üzerinde toplamasını, bugün, Hümanizmayı katı bir öğreti haline sokan olaylar üzerine eğilmesini isterdim."

537
-1
.... (lemmy.world)
submitted 5 months ago by astaresiya to c/bover
 
 
538
 
 

Ne zevk var, ne sanat, ne de mutluluk. Hep hırsızlık, hep üçkâğıtçılık, hep ağıt yakma. Kokuşup parçalanıyoruz.

Sadık Hidayet

539
 
 

“Her şeyden öte, yürüme arzunuzu kaybetmeyin. Her gün daha iyi hissetmek ve tüm hastalıklardan uzaklaşmak için yürürüm. Ancak yürürken en verimli şekilde düşünebiliyorum ve yürüyüşün uzaklaştıramayacağı hiçbir saplantı düşünemiyorum. Eğer yürümeye devam ederseniz, her şey yoluna girecektir”

—Kierkegaard

540
1
….. (lemmy.world)
submitted 5 months ago by astaresiya to c/bover
 
 
541
 
 

"Ermeni soykırım 'nın anısına dikilmiş ilk anıttır. 24 nisan 1919 tarihinde, 24 nisan 1915 gününün 4. yıldönümünde 11 nisan anıtı adıyla bugün Taksim Gezi park 'nın bulunduğu alanda, divan oteli'nin bulunduğu yerin yakınında Ermenilerin "TAPULU ARAZISI /MEZARLIĞI "na dikilmistir. " 11 nisan" denmesinin nedeni 24 nisan'ın jülyen takvimi'ne göre 11 nisan'a denk gelmesindendir. Ancak CUMHURIYETLE BİRLİKDE ARAZININ ELE GEÇİRİLMESİ / GASPI SONUCU ANIT DA ORTADAN KALDIRIDI -- Bu arada Gezi Park'nın yan başında yer alan Divan Otel ve TRT binasının da üzerinde bulunduğu ve geçmiste Ermenilerin mezarlık olarak kullandığı tapulu geniş araziye, Cumhuriyet döneminde hukuksuz bir sekilde el konmuş olduğunu biliyor muydunuz?"

İster anın ister anmayın güneşi balçıkla sıvayamazsınız... Er yada geç bu insanlık suçuyla yüzleşmek zorundasınız.!

Mahmut Uzun

542
1
submitted 5 months ago by astaresiya to c/bover
 
 

Yerzınga/Erzincan Ermeni Apostolik Kiliseleri Ermeni Soykırımı’ndan hemen önce, Yerzınga’da Surp Nışan, Surp Yerrortutyun, Surp Sarkis ve Surp Pırgiç adında 4 Ermeni kilisesi ve Meryem Ana adında küçük bir şapel faaliyet göstermekteydi

Surp Nışan Kilisesi Surp NışanYerzınga ve Yerzınga ruhani önderliğinin merkez kilisesi idi. Rivayete göre, adını IV. yy.’da Roma’dan getirilmiş haçtan almıştı (Tiridates Haçı). Yerzınga kiliseleri arasında en eskisi ve en büyüğü olan Surp Nışan’ın kagir yapısı bölgede sıklıkla olan depremler nedeniyle pek çok kez yenilenmiş ve yeniden inşa edilmişti. Mevcut bina 1834’de inşa edilmişti .Kilisenin ön avlusunda ortasında bir havuz bulunan güzel bir bahçe vardı. Tüm avlu ise mahalle evlerinden bir duvarla ayrılmıştı. Bahçenin bir kısmı mezarlığa tahsis edilmişti. Surp Nışan kilisesinin din görevlileri ve cemaatin ileri gelenlerini buraya gömülmüştü.

Surp Yerrortutyun Kilisesi (Kutsal Üçlük) Surp Yerrortutyun kilisesi Kilise meydanının güneyindeydi. Aydınlık ve ihtişamlı bir kilise olarak tasvir edilir. Topraktan inşa edimiş surlarla çevriliydi. 1836’da inşa edilmişti . Surun içinde, kilise haricinde, mahalleye ait Merkez Okulu ve spor binası, aynı zamanda bahçe, havuz, geniş bir park, küçük bir koruya dönüşmüş mezarlık bulunmaktaydı.Surp Yerrortutyun kilisesinin cemaati en büyüğü idi, yaklaşık 600 haneden oluşurdu (1913 verilerine göre, Yerzınga’da Ermenilerin sayısı 2.021 hane idi). Bu bakımdan taşınmaz ve kilise gereçleri açısından en zenginiydi.

Surp Sarkis Kilisesi Surp Sarkis kilisesi Kilise meydanının kuzeyindeydi. 1839’da inşa edilen kilise binası , orta çaplı bir büyüklüğe sahipti, dar ve sıkışık bir avluya sahipti. Avluda bir kaç dut ağacı ve küçük bir havuz vardı. Aramyan Okulu binası da kilisenin bitişiğindeydi.Kilise 24 azize ait olduğu rivayet edilen kemik parçaları, resimli ve hat sanatı ile kaleme alınmış, mucizevi “Goloş” İncili ve Kral Tiridates’in bayrağının kalıntısı ile ünlüydü. Yılda iki kere, S. Sarkis oruç haftası ve Büyük Oruç’un ilk Çarşambası “Goloş” İncil’i muhafaza edildiği yerden çıkarılır ve okunurdu. İmanlılar, özellikle hastalar ve adak ziyaretine gelenler, İncil’den şifa niyaz ederlerdi. Türk kadınlar dahi adak adayıp, secde ederlerdi. Mahalledeki 450 hane Ermeni nüfusuyla, Surp Sarkis Yerzınga’da bulunan diğer Ermeni kiliseleri arasında en fakiriydi ve gelir getiren herhangi bir akarı yoktu. Kilise gelirleri genel olarak mahalledeki imanlıların bağışlarıyla oluşmaktaydı.

Surp Pırgiç Kilisesi Surp Pırgiç kilisesi Yerzınga’nın eski mahallesinin ucundaydı. Kagir, sağlam yapılı, küçük bir kilise olarak tasvir edilirdi. Taştan sağlam sütunları ve yüksek kemerleri vardı. Sütun başları süslemelere sahipti. İçi Yerzınga’daki diğer kiliselere benziyordu, fakat giriş avlusu ve kadınlara tahsis edilen özel bir alan yoktu. Kilise çevresinde bahçe vardı, avlu ise yüksek bir duvarla çevrili idi. Mahallenin tarihi mezarlığı güney duvarına bitişikti. Kilise mülk bakımından zengindi. Cemaati eski mahallenin yaklaşık 400 hane Ermeni nüfustan oluşmaktaydı. Yerzınga’daki diğer Ermeni mahallelerindeki nüfus için Surp Pırgiç bir adak yeriydi ve özel vesilelerle ziyaret ederlerdi. Surp Pırgiç kilisesine ait mahalle mektebi Naregyan’dı.

Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Şapeli Meryem Ana Şapeli Kilise meydanının batısında, sakin ve diğerlerinden ayrı bir sokağın köşesindeydi. Geniş bir avlusu vardı ve duvarlarla çevriliydi. Eskiden yarı yıkık bir kilise olan şapel, uzun zaman terkedimiş bir halde kaldıktan sonra, 1885’de bir grup imanlı kadın tarafından toplanan bağışlar dayesinde şapele dönüştürüldü ve güzel el işleri ve mütavazı gereçlerle donatıldı.

543
 
 

Çocukları ürkütülmüş bir dünyanın, denizi mavi olsa ne yazar, olmasa ne.

Cahit Zarifoğlu

544
 
 

Taptıkları kişilerin pislikleri, çirkinlikleri ortaya apaçık dökülünce çelişkiler yumağına dönen içleriyle hesaplaşmaları gerekirdi. Eski putlar devrildi, yenisini yaratmanın uğraşındalar.

Vedat Türkali

545
 
 

“Kara cahillerle, kendini beğenmiş dalgacılar arasında sıkışıp kaldık.”

Ernest Hemingway

546
547
1
submitted 5 months ago by astaresiya to c/bover
 
 

1921 yılında Lozan eksenli yapılan görüşmelerde, o vakte kadar Osmanlı İmparatorluğu tarafından işgal altında tutulan, yönetilen toprakların bir kısmında Türklerin ulus devlet kurması kararlaştırılır. İngiltere, İtalya ve Fransa, müttefikleri olan Yunanistan’ı yalnız bırakırlar; bununla da yetinmez, Ermenileri, Kürtleri, Pontuslu ve Rumları Türklerin eline teslim ederek Türkleri destekleme kararı alırlar. Bunun nedeni, Ekim Devrimi’nin kapitalist dünyada yaratmış olduğu tehdit idi. Kurulmasına izin verilecek olan Türk devleti, devrimin yayılmasının önünde bariyer olacaktı. Sovyetler Birliği de Türklerin devlet kurmasından yanaydı çünkü Türkleri destekleyerek onu emperyalist kuşatmanın parçası olmaktan uzak, kendisine yakın tutmak istiyordu. Türkler, emperyalist blok ile Sovyetler Birliği arasındaki çatışmadan faydalanmayı ve iki tarafı da idare etmeyi iyi bildiler. Yunanistan ise geri çekilmek zorunda kaldı; yani kimse kimseyi denize dökmedi. Dumlupınar’da başlayıp İzmir’de sonlandırılan savaşın neticesi 1921 yılında Lozan’da zaten kararlaştırılmıştır. Yani ortada kazanılmış bir zafer yoktur; bu da tıpkı Ergenekon gibi bir Türk efsanesidir. Osmanlı Devleti, Almanya, Avusturya/Macaristan İmparatorluğu saflarında savaşa katılmış, 1918 yılında da İngiliz, Fransız güçlerine teslim olmuştu. Mustafa Kemal ise Çanakkale’de savaş cephesini terk ederek İstanbul’a geri dönmüş, ordudan istifa etmişti. Teslim olmuş bir devletin ve dağılmış bir ordunun subay eskilerinin “Yedi Düvele Karşı” savaş kazandığına inanmak için Türk olmak lazım. Yani kazanılmış değil, İngiltere ve Fransa, tarafından Türklere bahşedilmiş bir “galibiyet” söz konusudur. Kemal Sunal’ın oynadığı Tosun Paşa filmindeki güreş sahnesi ne kadar gerçeği ifade ediyorsa Türklerin savaştan zaferle çıktığı da o kadar gerçektir. 30 Ağustos (Geçmişteki adıyla Başkumandan Zaferi), milyonlarca insanın katledilmesi ve sürgüne gönderilmesi neticesinde coğrafyanın yeniden işgalinin, Ermenilerin, Kürtlerin, Pontusluların bağımsızlık haklarının gasp edilmesinin ve Türkleştirilmesinin kilometre taşlarından biridir.

Komünist Zemin

548
 
 

Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın olaylar sonlandıktan sonra Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e söylediği ‘Galiba dozu fazla kaçırdık’ sözleri planlamanın boyutunu göstermekte

Murad Mıhçı*

“İnsan diğer varlıkların acımasız yok edicisi olduğu sürece sağlık ya da barış nedir bilmeyecektir. İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecekler. Cinayet ve acı tohumları eken, sevinç ve sevgi biçemez.”

Pisagor

549
1
Simülasyon ve Foton ilişkisi (serdarrah.medium.com)
submitted 5 months ago by astaresiya to c/bover
550
view more: ‹ prev next ›