Astare şa

4 readers
1 users here now

Anti kapitalist Anti faşist Anti sömürgeci Anti mülkiyetçi ekolojist

founded 5 months ago
MODERATORS
26
1
Hermann Hesse (lemmy.world)
submitted 1 week ago by astaresiya to c/bover
 
 
27
1
Sigmund Freud (lemmy.world)
submitted 1 week ago by astaresiya to c/bover
 
 
28
1
Sigmund Freud (lemmy.world)
submitted 1 week ago by astaresiya to c/bover
 
 
29
1
Bertolt Brecht (lemmy.world)
submitted 1 week ago by astaresiya to c/bover
 
 
30
1
Sigmund Freud (lemmy.world)
submitted 1 week ago by astaresiya to c/bover
 
 
31
 
 

"Kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, Sevgisinin kepaze edilmesine, Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine."

-William Shakespeare

32
 
 

"Gelecekte bir hedef göremediği için kendini çöküşe teslim eden bir insan, geçmişe dönük düşüncelerle meşgul olmaya başlar..."

Viktor E. Frankl

33
 
 

Doğan Özgüden

Tayyip'in sarayında, Suriye'deki İslamcı iktidar sayesinde hem o ülkedeki Kürt özerkliğine son verme, Orta Doğu'nun liderliğine oynama hesapları yapılıyor İsrail'in İran destekli Hizbullah'a vurduğu darbenin yarattığı boşluktan ve Rusya'nın da Ukrayna çatışmasından dolayı yaşamakta olduğu zaaflardan yararlanan İslamcıların hiçbir direnişle karşılaşmaksızın Şam'da iktidara el koymasının ardından Türkiye'de dozajı her geçen gün biraz daha artan zafer şenlikleri yaşanıyor.

Bu şenliklerin ana nedeni, Orta Doğu coğrafyasındaki yıllanmış diktatörlüklerden birinin yıkılmış olması değil, onun yerini Türkiye'nin ve ırkçı Suriye Milli Ordusu (SMO) çetelerinin desteğiyle palazlanmış, islamcılığı müseccel bir çetenin almış olması, bu sayede hem Kürt ulusal direnişine yeni darbeler vurma, hem de Orta Doğu'nun liderliğine oynama olanaklarının güçlenmiş olmasıdır.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, yeni yönetimin nasıl bir politika izleyeceği kesinlik kazanmamışken Şam'a arka arkaya yaptıkları ziyaretlerde "kravatlı devlet adamı" görüntüsü veren Heyet Tahrir Şam lideri Ahmed eş-Şara (Ebu Muhammed el-Culani) ile sarmaş dolaş olmaları, Suriye'nin yeni siyasal yapılanması ve imarı için bol keseden vaadlerde bulunmaları boşuna değildi.

Kuşkusuz bu ziyaretlerde ele alınan konulardan biri, on yıllık silahlı çatışmalar, özellikle de İslamcı terör gruplarının saldırıları nedeniyle ülkelerini terketmek zorunda kalmış, Avrupa ülkelerine geçmeleri AB'nin sağladığı finansmanla Türkiye tarafından engellenmiş milyonlarca Suriyeli mültecinin en azından bir bölümünün ülkelerine dönüşünü sağlamaktı.

Ancak, Ankara yöneticilerinin bu temaslardaki ana amacının, Suriye'nin kuzey doğusundaki Kürt siyasal varlığına son vermek olduğu, gerek Fidan ve Kalın'ın Suriyedeki, gerekse hemen ardından bizzat Erdoğan'ın Türkiye'deki konuşmalarıyla apaçık ortaya çıkmış bulunuyor.

Belçika'nın en büyük iki günlük gazetesinde arka arkaya yayımlanan iki yazı bu gerçeği net şekilde ortaya koyuyor.

"SURİYE KÜRTLERİNE MANEVİ BİR BORCUMUZ VAR..."

La Libre Belgique gazetesinden Christophe Lamfalussy, iki gün öne yayımlanan "Kürtleri unutmayalım... Suriye Kürtlerine manevi bir borcumuz var. Batı'nın desteğiyle DEAŞ'ı yenenler onlardı" başlıklı yazısında şöyle diyor:

"Suriye'nin kuzey batısında isyancıların Şam'daki Başar Esad rejimini devirmek için başlattığı saldırı sırasında, Türkiye yanlısı bir isyancı grup da ülkenin doğusuna doğru saldırıya geçiyordu... Tek amacı, o bölgede bulunan Kürt varlığını yok etmekti...

"Suriye Milli Ordusu (SMO) adını taşıyan bu isyancı grubun ülkenin demokratlaşmasına hizmet etmek gibi bir derdi yoktu. Doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çıkarlarına hizmet etmek üzere 2017 yılında Türkiye tarafından kurulan, aralarında Ahrar el Şam ve Ceyş el İslam gibi İslamcı hareketlerden gelen kişilerin de yer aldığı karma bir milisler grubuydu.

"SMO her şeyden önce bir paralı milisler çetesidir... Çok sayıda video ile de kanıtladığı gibi, Türkiye, 2020 yılında Azerbaycan ordusunu destekleyerek Ermenileri Dağlık Karabağ'daki yurtlarından çıkartmak amacıyla bu paralı milislerden yüzlercesini oraya göndermişti. Bir bölümü de her daim Türkiye'nin stratejik çıkarlarına hizmet etmek için Libya'ya yollandılar.

"Bu milisler, 2019 yılında, Suriye'nin özerk Kürt bölgesinde orta sol partinin kurucuları arasında yer alan bir kadın lideri benzeri görülmemiş bir şiddetle katlettiler. 34 yaşındaki Hevrin Halef isimli kadın, saçlarından sürüklenerek dövüldü ve ardından makineli tüfek ateşiyle taranarak öldürüldü.

"SMO, son iki haftadır, Türk hava saldırılarının da desteğiyle, Kürt direniş güçlerini Fırat'ın öte yakasına sürmeye çalışıyor. Çatışmalar, 2016 yılında Kürtler ve Arap müttefikleri tarafından DEAŞ'tan kurtarılan Menbiç kentinde yoğunlaştı. Şam'da özgürlük havası eserken, Menbiç'te SMO'nun yağmacılığa başladığı haberleri geliyor. ABD'nin arabuluculuğunda dört günlük ateşkesin ardından çatışmalar yeniden başladı. Fırat Nehri üzerinde 2 milyon insana su sağlayan baraj kullanılamaz hale geldi. Operasyonlar nedeniyle on binlerce Kürt göçe zorlandı.

"Bu saldırı, Şam'da iktidarı ele geçiren Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) ile varılan anlaşmanın bir göstergesidir. Amaçlanan, Başar'ın devrilmesini fırsat bilerek Kürtlerin ülkenin kuzey doğusunda kurdukları laik, sosyalist ve çok etnikli özerk bölgeye son vermektir. HTŞ'nin askeri liderlerinden biri ülkede her türlü 'federalist' yapılanmayı reddettiklerini söylemiş bulunuyordu. Şimdilik her iki taraftan da açıklık söylemleri duyuluyor, ama yakında kanlı bir mekanizmanın devreye girmeyeceğinin güvencesi yok.

"Kürtlere karşı manevi bir borcumuz var. Batı'nın da desteğiyle DEAŞ'ı yenenler, Kürt, Arap ve Süryani askerlerin ittifakı olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) idi. Ve 2015 yılında ilk kez Kobani'de bu ölümcül örgütü, içindeki yüzlerce yabancı savaşçıyla birlikte püskürttüler. Ezidi inancının sembolü 'Melek Tavus' nidasıyla savaşan Ezidi kadınların da aralarında bulunduğu kadın birlikleri ön saflardaydı. Kobani direnişin sembolüdür.

"DEAŞ'ın geçici başkenti Rakka'nın kurtarılmasından bu yana Kürtler'in yönetimindeki 27 cezaevinde her milletten yaklaşık 10 bin tutuklu bulunuyor. Kamplarda yaklaşık 50 bin kadın ve çocuk mevcut. Aralarınd 13'ü erkek, 8'i kadın, 21 Belçika vatandaşı var. Bu cezaevlerinin güvenliğinin sağlanmasında Kürtlere yaklaşık 900 Amerikan askeri destek veriyor. Ancak onların Suriye'deki varlığı da pamuk ipliğine bağlı... Gelecek Amerikan başkanı Donald Trump ne karar verirse versin, Kürtleri zayıf düşürmek, bu cezaevlerinin basılması, tutukluların yargılanmadan serbest bırakılması anlamına gelir.

"Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iki amacı var. Birinci amacı, savaşın başlangıcından bu yana Türkiye'nin kabul ettiği yaklaşık 4,5 milyon Suriyeli mültecinin geriye gönderilmesi... Çünkü, Türkiye'de Suriyeli mültecilerin çok sayıda varlığı yerli halkla bazı gerginliklerin yaşanmasına neden oldu.

"İkinci olarak da, Kürt varlığını Türkiye'nin çok uzağında tutmak için tüm Suriye sınırı boyunca 30 kilometre derinliğinde bir tampon bölge oluşturmak amaçlanıyor.

"Ankara, Halk Koruma Birlikleri (YPG) savaşçılarının, Türkiye ve Batılı ülkeler tarafından 'terörist' ilan edilmiş bir gerilla örgütü olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile doğrudan bağlantılı olduğunu iddia ediyor. Bağlantılar var, doğru. Militanlar Türkiye sınırından Suriye ve Irak'a geçiyor. Ama YPG ağırlıklı olarak Suriyelilerden oluşuyor ve kendi topraklarını savunuyor. Bildiğimiz kadarıyla, liderlerinin Türk insansız hava araçlarıyla birbiri ardına öldürülmesine rağmen Türkiye'ye hiçbir zaman saldırmadılar.

"Türkiye'nin yoğun lobi faaliyetleri sonucunda PKK, Nisan 2002'den bu yana Avrupa Birliği'nin terörle mücadele listesinde yer alıyor. Ancak YPG, Ankara dışında hiçbir ülke tarafından 'terörist' olarak nitelenmedi. Kaldı ki, DEAŞ'a karşı uluslararası koalisyonun da temelini oluşturuyor. Bu savaşta 12.000 erkek ve kadın kaybettiler.

"HTŞ ile yıllardır ilişkilerini sürdüren Türkiye, Başar'ın devrilmesinden en çok kârlı çıkan ülke konumunda... Bu radikal grup şimdi Ankara ile 'stratejik bağ'dan söz ediyor. Zaten bu ülkede halen 16 ila 18 bin arasında Türk askeri bulunuyor.

"Soru: Kürtler bir kez daha ağır bedel mi ödeyecek?"

LE SOIR: "KÜRT SORUNU YİNE ÇÖZÜMSÜZ..."

Le Soir gazetesinden Baouduin Loos da dün yayımlanan "Kürt sorunu yine çözümsüz..." başlıklı yazısında şu analizlerde bulunuyor:

"Başar Esad rejimini 12 günde deviren İslamcı isyancı hareket HTŞ'nin lideri, Şam'a yerleştikten sonra görünümünde büyük değişikliğe gitti. Artık seçkin ziyaretçilerini takım elbise ve kravatla karşılıyor. Yakıcı soru ise, Ahmed eş-Şara'nın konuşmalarında da görüldüğü gibi, diyaloğa açık, kısacası iyi niyetli, ama İslamcı kalmayı başarabilen milliyetçi bir lider olup olmadığıdır.

"Türkiye'nin Şam'daki Esad rejiminin çöküşünü memnuniyetle karşıladığını söylemeye dahi gerek yok... Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gözünde artık iki hedef var: Türkiye'de barındırılan 3 milyondan fazla Suriyeli mültecinin çoğunluğunu Suriye'ye geri göndermek... Ve kendisinin 20 Aralık'ta açıkça söylediği gibi, 'Teröristlerin kökünü kazıyarak' Kürtlerin Suriye'deki özerklik beklentisini tamamen yok etmek.

"Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın pazar günü Şam'a yaptığı ziyaret, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı başkanının ziyaretinin hemen ardından gerçekleşti. Fidan ile Eş Şera'nın birbirlerine sarıldığı anların sıcaklığı gözlerden kaçmadı. Eş Şera daha sonra Türk ziyaretçisini son derece memnun eden şu açıklamayı yapmakta gecikmedi: 'Silahların, ister devrimci gruplara, isterse de SDG bölgesinde bulunan gruplara ait olsun, devlet kontrolünden kaçmasına kesinlikle izin vermeyeceğiz.'

"İsyancılar Esad'ı yener yenmez Türkiye yanlısı milisler ile Kürt birlikler arasında başlayan çatışmalar Amerika'nın arabuluculuğu sayesinde durdu. Amerika Birleşik Devletleri'nin sahada yaklaşık 2,000 askeri var. Ve IŞİD'e karşı savaşan Kürtleri koruyorlar. Donald Trump'ın iktidara gelişi Türkleri pek rahatlatmadı, zira Amerikalı, 8 Aralık'ta Suriye'de isyancıların kazandığı zaferi Ankara'nın 'dostça olmayan bir şekilde ele geçirmesi' olarak nitelendirmişti. Yeni Amerikan Başkanı'nın alacağı pozisyon Türkler için çok önemli olacak... Ve Kürtler için de..."

Bittabi, tüm bu yorumların mürekkebi dahi kurumadan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün yaptığı bir açıklama var ki, Ankara'nın Kürt karşıtı ve müstevli niyetlerini hiçbir yoruma meydan bırakmayacak şekilde net olarak ortaya koyuyor:

"Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve üniter yapısının korunması Türkiye'nin değişmez çizgisidir. Bundan geri adım atmayacağız. Suriye'nin ve bölgemizin geleceğinde DEAŞ ve PKK dair hiçbir terör yapılarına yer yoktur. Ya kendilerini tasfiye edecekler ya da tasfiye edilecekler. Kendileri dışında hiç kimseye hayat ve söz hakkı tanımayan bu katil sürülerini bölgemiz için tehdit kaynağı olmaktan mutlaka çıkaracağız. Suriye'de bölücü terör örgütüne yönelik nokta operasyonlarımızı bir cerrah hassasiyetle sivillere zarar vermeden sürdüreceğiz. Suriye yönetimin bu konudaki kararlılığını memnuniyetle karşılıyoruz. Batılı ülkelerin bu canilerden desteğini yavaş yavaş kestiğini görüyoruz. PKK'lı caniler için çember daralıyor, yolun sonu görülüyor. Kendilerini bekleyen acı akıbetten kaçamayacaklardır. 40 yıldır kanımızı emen bu beladan Allah'ın izniyle kurtulacağız. Terör duvarını yıktıktan sonra Türkler, Araplar, Kürtler olarak büyük kucaklaşmaya imza atacağız."

Erdoğan'ın bu beklentileri gerçekleşirse, Türkler, Araplar ve Kürtler'in "büyük kucaklaşma"sı nasıl olacak?

Onun yanıtını da, üç gün önce, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum şöyle vermişti:

"Suriye’deki Halk Devrimi sadece Baas ve Esed diktatörlüğünü, yani bu kanlı rejimi sona erdirmedi. Bu devrim Orta-Doğu’nun tamamını etkileyecek yeni bir sürecin başladığına da işaret ediyor. Suriye devrimiyle bölgede tetiklenen süreç, adil bir yeni dünya düzenine kapı aralayacak bir umudu da yeşertebilir.

"Belirtelim ki Orta-Doğu adlandırması oryantalisttir. Bölgenin çeşitliliğini, tarihi ve kültürel zenginliğini göz ardı eder ve batının bu coğrafyaya bakış açısını yansıtır. Bu nedenle daha objektif ve bölgenin bağlamına uygun bir isme ihtiyaç var. İsimlendirme çalışmasında alanın uzmanları ve akademisyenlere görev düşüyor.

"Bir yenilik olarak Orta-Doğu yerine 'Merkez Afro-Avrasya' adıyla başlanabilir. Merkez Afro-Avrasya adı, coğrafi ve tarihsel bağlamda, bölgeye yönelik oryantalist yaklaşımlardan uzak daha tarafsız ve objektif bir isimlendirme sunar. Aynı zamanda bölgenin stratejik önemini, kültürel çeşitliliğini ve tarihsel rollerini de doğru bir şekilde ifade eder.

"Yine batı merkezli tanıma dönersek Orta-Doğu, farklı gruplandırmalar olmakla birlikte, genellikle aşağıdaki ülkelerden oluşan bölge olarak kabul edilir: Suriye, Irak, Katar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ürdün, İsrail, Lübnan, İran, Filistin, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Kuveyt, Bahreyn, Yemen, Mısır, Afganistan, Pakistan, Tunus, Cezayir, Libya, Sudan, Fas.

"Türkiye, 24 ülkeden oluşan bu coğrafyanın fiziksel olarak Avrupa ile bütünlüğünü sağlayan, ekonomik, siyasi ve hukuki olarak öncülüğünü yapan Merkez ve kutup ülkedir. Merkez ülke olan Türkiye’nin bir bölge hukuku oluşturmak konusunda öncü bir rol oynama gücüne ve imkânına sahip olduğu görülüyor. Türkiye’nin bu gücü hem tarihinden geliyor, hem de bugün bölgede ulaştığı seviyeden ve etkili olma kapasitesinden doğuyor.

"Dünyanın merkezi olan Orta-Doğu coğrafyasına Merkez Ülke olarak öncülük yapan Türkiye’nin, insanlığa esin olabilecek bir bölgesel kamu ve ekonomi hukukunun yani 'Merkez Afro-Avrasya' hukukunun inşası amacıyla bir fikri hazırlık çalışması başlatması vizyoner bir bakıştır."

ORTA DOĞU DEVRİMCİ ÇEMBERİ'NDEN 54 YIL SONRA GERİCİ ÇEMBER!

Bu haberi okuyunca, belleğim beni tam 54 yıl öncesine, devrimci mücadelemizin enternasyonalist hedeflerinden birinin, Ortadoğu'daki Türkiye, İran, Arap, Kıbrıs, Kürt halklarının yer aldığı bir "Ortadoğu Devrimci Çemberi" oluşturmak olduğu günlere götürdü.

O döneme bizim yayımladığımız Ant Dergisi'nin bürosu İstanbul üniversitelerinde eğitim görmekte olan Filistinli, İranlı, Kıbrıslı ve Arap gençlerin de buluştuğu yerlerden biriydi… Getirdikleri farklı dillerdeki bildirilerin Türkçeleştirilmesine destek oluyor, onların da katılımıyla açık oturumlar düzenliyorduk.

O yıllarda Demirel iktidarı Filistin halkına destek vermek şöyle dursun, Filistin halkıyla dayanışmadaki devrimcileri avlamakla, dahası İsrail'in koruyucusu ABD emperyalizmine karşı direnen işçilerin, öğrencilerin yürüyüşlerine, toplantılarına "Kanlı Pazar" örneğinde olduğu gibi sopalı ve bıçaklı saldırılar düzenleyen ümmetçileri desteklemekle meşguldü.

1 Şubat 1970'de Filistin dönüşü jandarmalar tarafından yakalanan ve 150 saat işkenceye tabi tutulan Hüseyin İnan ve arkadaşları da Ant'a gönderdikleri mesajda şöyle diyorlardı:

"İşbirlikçi iktidar, Arap halklarının haklı mücadelesi için gittiğimiz Filistin'e ardımızdan ajanlarını göndermiştir. Yurda dönüşümüzde bizleri ustaca hazırlanmış tertiplerle yakalatıp bizi kamuoyuna 'sabotajcı', 'kiralık ajanlar' olarak tanıtmaya çalışmıştır."

Bâbıâli medyası ve TRT, polisin ortaya attığı yalanları esas alarak bu gençlere "Filistin'de eğitilmiş teröristler suçüstü yakalandı" yaygarasıyla saldırıyordu.

Yusuf Arslan Filistin dönüşü bize gönderdiği ve Ant Dergisi'nin 24 Şubat 1970 tarihli sayısında yayınladığımız "El-Fetih'e niçin gittim?" başlıklı yazısında şöyle diyordu:

"Günümüz koşullarında, özellikle emperyalizmin bir sıcak savaş bölgesi haline getirdiği Ortadoğu'da da bütün halkların, Türkiye, İran, Arap, Kıbrıs, Kürt halklarının bir antiemperyalist cephe kurmaları, Ortadoğu Devrimci Çemberi'ni oluşturmaları, emperyalizme karşı kahredici darbenin indirilmesinin başlıca şartlarından biridir. Bu yüzden Ortadoğu'da senelerden beri verilmekte olan devrimci kavganın pratiğinden geçmek ve ezilen Arap halklarının kurtuluş mücadelesine bir nefer olarak katkıda bulunmak için El Feth'e gittim."

Ortadoğu Devrimci Çemberi, emperyalizmin, onun hizmetindeki islamcı-gerici iktidarların ve İsrail yayılmacılığının baskıları, komploları ve terörizmi yüzünden gerçekleşemedi...

Günümüzde Erdoğan'ın başını çektiği bir Ortadoğu Gerici Çemberi oluşturulmak isteniyor. Bu kirli çemberin oluşmasına direnmek Türkiye, Suriye, Irak ve İran halkları başta olmak üzere Ortadoğu'nun tüm ezilen halkları önünde acil bir görev olarak duruyor... https://artigercek.com/makale/orta-dogu-gerici-cemberine-dogru-327073

34
 
 

Elias Nin

DEM sözcüsü Ayşegül Doğan, “DEM Merkez Yürütme Toplantısı” gündemine ilişkin açıklama yaparken aklıma gelen ilk soru şu oldu: DEM, parti midir ki MYK toplantısı yapıyor? Kendi siyasetini belirleyemeyen, kararlarını alamayan, misyonu Öcalan’ın devlet ile üzerine anlaştığı hususları yasallaştırmaktan, bunu Kürtlere iletmekten başka işi olmayan bir kurum parti değil, olsa olsa noter olur. Tarihte bir örneği daha yoktur ki bir parti, cezaevinde olan bir a-kişi tarafından yönetilsin. Parti değil, çete anlayışıdır bu. Üstelik cezaevindeki örgüt lideri, devletin hizmetinde olduğunu, kararları devletle birlikte aldıklarını ifade etmekte bir sakınca görmeyecek kadar da kartlarını açık oynamaktadır. Ayşegül Doğan’ın açıklamalarını dinlerken, bir an için DEM’i de unuttum, “Bu kişinin hiç mi haysiyeti, utancı yok, milyonların yüzüne baka baka nasıl bunları anlatıyor? Türk meclisinden sürüklenerek dışarı çıkarılarak tutuklanan babasının o görüntülerinden de mi utanmıyor?”

Utanmıyor olmalı ki şunu dahi söyleyebiliyor:

“1999 yılından bu yana mücadelemizin maksadı, İmralı ada Hapishanesi’ni barışın ve özgürlüğün adası yapmak adına tavizsiz mücadele veren, direnen liderin üzerindeki tecridin kaldırılması içindi. Nihayet bu mücadelemiz başarıya ulaştı.”

DEM’den vazgeçtim zira zaten kuruluş amacı İmralı’da geliştirilen tasfiye planını Kürtlere yedirmekti. Bir insan, bir kadın olarak Ayşegül Doğan nasıl bu kadar aşağılık bir rolü kabul edebiliyor, kameraların karşısına geçerek bunları söyleyebiliyor? Babası, akrabası, köylüsü olan yüzlerce Kürt var, öldürülmüş, hapishanelerde gençlikleri yok edilmiş, ağır işkenceler görmüş; bunlar onda hiç mi bir iz bırakmadı? Dediğim gibi, burada DEM’i konuşmak istemiyorum, onun görevi budur; lakin bu topluluk içinde olup da bütün bunlardan dolayı utanç yaşayan, “EDİ BESE” diyecek bir tek milletvekili, parti yöneticisi yok mudur? Yarım asırlık mücadele, 150 bin ölü, ömürleri hapishanelerde yok edilen on binlerce fedakâr Kürt, neticede “Bu kadar alçalmayacağım” diyecek bir tek milletvekili dahi ortaya çıkmıyor; yazık, çok yazık. https://www.instagram.com/p/DEffACrI4ak/

35
36
37
38
 
 

Ümit Kıvanç

Şımarık yeni devir zenginlerinin en ünlüsü Elon Musk şu anda ABD politikasına yön verir konumda. Bu zibidilerin ağababası Donald Trump’ın dünyanın en güçlü devletinin başına geçecek -aslında geçmiş- oluşunun anlamı hâlâ layıkıyla kavranmış değil. Hele Trump’ın “liderliği”nin dünyaya yansıması, başka yerde başkasına yaptırabilecekleri… bugünü mumla aratacak muhtemelen.

Bütün bunları kodaman kapitalistler kırk-elli yıl öncesinden tek hamlede tasarlayıp yapmadı. Hep adım adım gittiler. Çekinerek, yoklayarak, atmaları halinde iki adım geri sıçramalarına yolaçmayacağına kanaat getirince sonraki adımı atarak. Direniş imkânlarını yok etmenin bazen incelikli yollarını bularak, işin bodoslama halledilebileceğini gözleri kestirdiğinde kaba kuvvetle ilerlediler. Uzun yıllar boyunca tavizlerle kurdukları dengeyi kendi elleriyle bozabileceklerini gördüklerinde, toplumsal mücadeleler tarihinde özel cildi hak etmiş İngiliz işçi sınıfına atlı polislerle saldırabildiler. Küreselleşme aslında kötü şey değildi, aksine. Fakat Stalinizm tarafından eşitlik ve özgürlük hülyası olmaktan çıkarılmış, eti kendi halkından -yoldaşları dahil- milyonlarca insanı katledebilen zorbalarca yenmiş, kemikleri dünya işçi ve emekçilerinin kafasına atılmış, eşitlik ve özgürlükle en ufak alâkası kalmamış rejimlerin sosyalizmin dünyada olabilecek hali gibi sunulduğu onyılların ardından, bütün insanlığı kapsayacak bir tanışmacı, kaynaşmacı kültürü oluşturabilecek potansiyel, kapitalistlerin sömürü ağını yerleşip derinleştirmesine yaradı. 1980’ler, kapitalizmin dünyayı kendine benzetişinin miladıdır. Buna direnilemedi. Çünkü gözü dönmüş, şaha kalkmış bir yeni vahşi kapitalizmle başa çıkabilecek direniş ruhu, bilinci, kültürü, ahlâkı… her ne diyeceksek… hadiselerin dışında kalmıştı. Ve oyunun oynandığı sahada bir türlü yeniden oluşturulamadı. Direniş ruhuna sahip cesur ve kararlı kuvvet eski akla tâbi kalmıştı, yeni kuşaklar, itirazın doğal hak, insan hakkı olduğunu bilemeden yetişti. Ve tabiî… insanlar oyuncağa bayılıyordu.

Halen bu durumdayız. Doğal asla olmayan, insan tarafından kurulmuş, yürütülen, yani insan tarafından bir çırpıda değiştirilebilecek pek çok düzenek, işleyiş, ilişki, kurum, kural… aslında ufak bir azınlığın çıkarına, çoğunluğun zararına dönen çarklar, topluluk halinde yaşamanın olmazsa olmaz koşulları gibi takdim ediliyor. Ve bundan zarar görenlerin çoğunluğunca da böyle kabul ediliyor. İtirazın doğal hak oluşu fark edilmediği gibi, direnme de suç olarak sınıflandırılıyor.

Direnmeye, itiraza böylesine uzaklık, başa gelenlere doğal ilgisizliği beraberinde getiriyor. Fakat tabiî, insan bu, ne edeceği her vakit belli olmuyor. Ve esenliğini umursamadan başına getirilenlere razı olabildiği gibi, bir gün birden haysiyet diye bir şeyin varlığını hatırlayıp bu sefer tehlikeyi umursamadan heyheyleneceği tutabiliyor. Fazla kalabalıklaşıp heyheylenirse de menfaatperest yöneticileri veya utanmaz sıkılmaz sömürgenleri alaşağı edebiliyor. En azından, rahatça kıpırdayamaz hale getirebiliyor. O durumlarda da yönetenler, robokoplaştırdıkları kuvvetleriyle takım elbiseli muhafızlı cezacı personeli düşmanlaştırdıkları ahalinin üzerine sürüyor, gazla, copla, hapisle, dışlamayla ezmeye bastırmaya girişiyorlar.

Şöyle ya da böyle, başımıza geleni karşı konamaz saymamızı sağlayabilmiş görünüyorlar. Oysa fena halde tehlikedeyiz. Özgürlüklerimiz birer birer elimizden alınırken, özgürlüğe hakkımızın olduğu kabûlü tartışmaya açılıyor. Devletlerin gerçekte topluma hizmetle yükümlü, hesap verebilir kurumlar oldukları varsayımıyla kurulmuş dengeler -burjuva hukuku- bile tarihe karışmak üzere.

’80 sonrası dizginsiz kapitalizm devrine geçilmeden evvel, politikacı, egemen tabakaların çıkarlarını kollamak gibi vazgeçilmez bir işlevi genel anlamda yüklenmiş olmasına karşılık, topluma yönelik yükümlülükleri de olan kişiydi. Çünkü egemenlere hizmeti yönetilenlerin tepesini attırmadan yürütmeyi becermesi beklenirdi. Özellikle gelişmiş ülkelerde esas işlevi, emekçi sınıfları gürültüsüz patırtısız düzenle bütünleştirmekti ve bu zaman zaman ezilenlerin hayat standardının yükseltilmesini, yoksulluğun azaltılmasını samimi olarak isteyen, bu yolda çalışan politikacılara da alan açılmasını getiriyordu. Kendileri için ideal devlet yapısında kapitalistler, ortalıkta fazla gözükmeksizin, politikacılara doğrudan birtakım buyruklar vermeleri, dayatmalar yapmaları gerekmeksizin, sahne arkasında işlerini yürüten tiplerdi.

1980’ler ve devamında, politikacıların nitelikleri, rolleri değişti. Politika giderek daha seviyesiz ve kapasitesiz insanların yürüttüğü iş haline geldi. Politika alanını kendi siyasî görüşü ve hedefleri olmayan, adlarına iş yürüttüğü kimselerin çıkarı dışında amaç tanımayan, yani siyasî bakımdan inisiyatifsiz tipler işgal etmeye başladı. Sadık hizmetkârlıktan başka vasıfları -sahici siyasî görüşleri bile- bulunmayan, salt menfaatçi, boş kafa politikacılarla her işin üstesinden gelinemeyeceğini düşünüyor veya gerçekte gerekli bütün işleri başkaları -maaşlı elemanları- zaten yürüttüğü için boşluktan sıkılıyor veya kudretin bir de bu türlüsünü tatmak istiyor olmalılar ki, bir noktadan itibaren kapitalistler ve şirket yöneticileri aktif siyasete girdiler. Dizginsiz kapitalizmin kafa isimlerinden “Neocon” militan Dick Cheney’in ABD Başkan Yardımcısı koltuğuna kurulması 21. yüzyılın insanlık bakımından ne menem bir şey olacağının işaretiydi. Devlet giderek toplumsal sorumluluklarından arındırılmaya, kapitalistlerin çıkarı dışında ölçüt tanımamaya başladı.

Toplumsal yükümlülüklere, büyük şirketlere kazanç getirmeyen her şeye fuzulî masraf gözüyle bakılması başlı başına bir ideoloji yarattı. Ekonominin doğa gibi nesnel bir ortam olduğu -dolayısıyla, tamamen birilerinin çıkarına döndürülen kutsallaştırılmış çark olmadığı- yanılsamasını besleyen ekonomizm ideolojisinin ilişilmez dokunulmaz konumu buna eşlik etti. Devletin -“tabiî ki!”- ekonomi tanrısına hizmet eden -başka kime hizmet edecekti?- kutsal müessese, yöneticilerin de bu dinin ruhban sınıfı sayıldığı ideolojik-kültürel yapı sağlam olmasına sağlamdı da, yıldırım hızıyla gelişen teknoloji, o işle uğraşan ergen oğlanların girişteki güvenlikçilerle danışma görevlilerini atlatıverip bir anda kapitalistlerin, CEO’ların katlarına çıkıvermesini sağlayıvermişti. Babadan kalma servetle değil, birden gelişip dünyaya hakim olan teknoloji alanındaki başarılarını paraya, kârlı işe dönüştürme uyanıklıklarıyla dünyanın en zengin insanları listesinin tepesine yerleşen ergen oğlanların şımarması kaçınılmazdı. Çabuk edinilmiş muazzam zenginlik, dizginsiz kapitalizm devrinde, salt çıkara dayalı, içeriksiz siyasetle elbette uyum içindeydi, kolaylıkla biraraya geldiler.

“Devletin şirket gibi yönetilmesi” düsturu, içinde bulunduğumuz devrin, mâruz kaldığımız kötülüklerden başlıcasının simgesidir. Bu düstur, pek yakın gelecekte adı da konarak, üstünden kazanç elde edilemeyecek, beslenmesi, yaşatılması ekonomik-rasyonel hiçbir bakımdan gerekmeyen nüfus ortalıktan kaldırılırken de sık sık işitilecek.

Şımarık yeni devir zenginlerinin en ünlüsü Elon Musk şu anda ABD politikasına yön verir konumda. Bu zibidilerin ağababası Donald Trump’ın dünyanın en güçlü devletinin başına geçecek -aslında geçmiş- oluşunun anlamı hâlâ layıkıyla kavranmış değil. Hele Trump’ın “liderliği”nin dünyaya yansıması, başka yerde başkasına yaptırabilecekleri… bugünü mumla aratacak muhtemelen.

Trump’ın açtığı alanda at oynatan Musk, daha önce kendisi gönlünce at oynatabilmek için satın alıp içine ettiği sosyal medya platformu X’te (eski Twitter) Almanya’da iktidara yaklaşmasından aklı başında, izan ve vicdan sahibi herkesin dehşete kapıldığı AfD (Alternative for Deutschland = Almanya için Alternatif) partisine dair mesaj attı, şöyle dedi: “Almanya’yı ancak AfD kurtarır.” Bu, siyasî içeriğinden ve bağlamından önce ciddî hadsizlik. ABD Başkanının yanıbaşındaki adam, başka -müttefik- ülkeyi kimin yönetmesi gerektiğini alenen buyuruyor!

Ve tabiî asıl vahim fasıl: AfD düpedüz faşizan bir parti. Almanya’da birçok insan panikte, yasaklanmasını savunan bile var. Musk’ın AfD’yi istemesinin sebebi ne olabilir? Sebep basit görünüyor: Musk faşizan eğilimlere sahip. Bu yöneliminin sırf şuursuzluktan kaynaklanmadığı da ortada.

İngiltere’de, biliyorsunuz, Nigel Farage diye bir bela var. Meşhur Brexit’çi faşizan politikacı. Bunun partisi Reform UK, iklim krizi ve küresel ısınma konusunda “önleyebilecekmişiz gibi yapmak yerine ayak uydurma”yı öneren şu berbat tipik “aşırı sağ” zamâne teşkilatlarından. Elon Musk, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çekilmeyi de talep eden bu partiye para yardımı yapmaya karar verdi! İngiliz yasalarına göre başka ülke vatandaşı oradaki partiye doğrudan para veremiyor; işte, Musk’ın Birleşik Krallık’ta kurulu şirketleri verebilirmiş, falan… Bir kısım İngiliz siyasetçi, bunu önlemenin doğru olmayacağını, Farage’a yarayacağını, kendisine engel olan -popülist sağın gözde düşman hayaleti- “kurulu düzen”e çatması için fırsat vereceğini, oylarını artıracağını öne sürerek "ilişmeyelim" demeye getiriyorlar. Musk’la, dolayısıyla Trump’la arayı bozmamayı gözetirken demokrasilerini tehlikeye atıyorlar.

Musk’ın AfD’yi sahiplenmesi, Farage’a destek atması sıradan işler değil. Başkanlığa ilk gelişinde Trump’ın yanıbaşında önemli konuma getirdiği ama -“kurulu düzen” yüzünden!- uzaklaştırmak zorunda kaldığı Steve Bannon, “faşist enternasyonal” demenin hiç mi hiç abartılı kaçmayacağı bir uluslararası organizasyon girişimi için Avrupa’da turlar atmıştı. Elon Musk bu girişimi sürdürüyor. Henüz somut veri yok, ama bu işte çok büyük sermayeleri ve uluslararası ağları yöneten, denetleyen kapitalistlerin, artık ulus-devletlerin kimi demokratik-hukukî mecburiyetlerini de ayakbağı olarak gören bazı dev şirketlerin de dahlinin bulunduğunu düşünmek yanlış olmaz. Böyle bir girişimin küresel kapitalizm için genelleştirilebilir bir yönelimin ürünü sayılıp sayılamayacağını henüz bilmiyoruz. Ancak şu teknoloji zengini şımarık ergen oğlanların bir kısmının gönlünden böyle şeylerin geçtiğini tahmin edebiliriz. Musk gibi biri, bunu belli de ediyor zaten her fırsatta. Ve o şimdi ABD Başkanının yanıbaşında, âhir zaman veziri gibi.

(NOT: Dünya çapındaki gelişmeleri önlemeye birey birey gücümüz yetmez. Ama Musk’ın hâlihazırdaki siyasî etkinliğini sürdürmesini sağlayan propaganda aygıtı Twitter’dan çekilerek, orayı işlevsizleştirerek insanlığa hizmet edebilirsiniz. Haber takibi için mecburen kullanan bizim gibiler de böylece çekilebilecek.) https://www.gazeteduvar.com.tr/fasist-enternasyonal-yolunda-elon-musk-makale-1744298

39
 
 

Roma'nın ünlü Kral Yolu’ndaki 2 bin yıllık antik köprü, uzmanların bütün uyarına rağmen önlem alınmayınca sonunda yıkıldı. Köprünün son 15 yıllık görüntüleri, tahribatı kare kare gözler önüne serdi.

40
 
 

NASA, Güney Atlantik Anomalisi adı verilen ve manyetik alanın zayıfladığı bölge için alarma geçti. Çukurun manyetik alanındaki zayflama Güneş'ten gelen yüklü parçacıkların Dünya’ya yaklaşmasına neden oluyor. Alçak yörüngedeki uydular için risk teşkil eden bu durum, kısa devrelere ve kalıcı hasarlara yol açabiliyor. Araştırmalar, bu bölgenin genişleyip zayıflamaya devam ettiğini ve iki lob şeklinde ayrıldığını gösteriyor.

41
 
 

Yıllardır süren spekülasyonların ardından NASA, Güneş Sistemi'nde dokuzuncu bir gezegenin varlığını doğruladı. Neptün’ün ötesinde yer alan bu dev gezegen, Dünya’nın kütlesinin 5 ila 10 katı büyüklüğünde. Gök cisminin, eliptik ve uzak yörüngesi nedeniyle doğrudan gözlemi şu an için zor olsa da, NASA bu gizemli gezegeni incelemek için yeni teleskoplar geliştirmeyi planlıyor.

42
1
Her kayıt yok (lemmy.world)
submitted 2 weeks ago by astaresiya to c/bover
 
 

Her kayıt yok edildi veya tahrif edildi, her kitap yeniden yazıldı, her resim yeniden boyandı, her tarih değiştirildi. Süreç her gün ve her dakika devam ediyor. Tarih artık durdu. Partinin her zaman haklı olduğu sonsuz bir şimdiki zamandan başka hiçbir şey yok.

George Orwell

43
 
 

Deniz kıyısında oynuyorlardı, sonra dalga geldi ve oyuncaklarını ellerinden alıp derinlere çekti. Şimdi ağlıyorlar. Oysa aynı dalga yeni oyuncaklar getirecek onlara ve rengarenk deniz kabukları yağacak önlerine!

Friedrich Nietzsche

44
2
Açıkçası (lemmy.world)
submitted 2 weeks ago by astaresiya to c/bover
 
 

Açıkçası partinin dünya görüşü onu hiç anlamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. Gerçekliğin en Açık biçimde çarpıtılması böylelerine kolayca benimsetilebiliyordu. Çünkü kendilerinden istenilen iğrençliği hiçbir zaman tam olarak kavrayamadıkları gibi toplumsal olaylarla da yeterince ilgilenmedikleri için neler olup bittiğini göremiyorlardı. Hiçbir şeyi kavrayamadıkları için hiçbir zaman akıllarını kaçırmıyorlardı. Her şeyi yutuyorlar ve hiç bir zarar görmüyorlardı.

George Orwell

45
 
 

Sömürgeci Hassasiyeti Elias Nin

CHP’nin İmralı’da kaynatılan Kürt düşmanı fitne kazanına tepkisinden söz ediyorum. Geçmişte MHP’nin kimseye kaptırmadığı rolü bu kez CHP kaptı zira ona başka rol kalmadı. Ne diyor CHP:

“Şehit ailelerini rencide edecek bir anlaşmanın içinde olmayız. Bizim kırmızıçizgimiz budur. Şehit ailelerinin ve gazilerin gözünün içine bakarız, onlar olur diyorsa olur deriz, olmaz derse olmaz deriz.”

Son 40 yılda devlet tarafından öldürülen Kürtlerin sayısı 150 bin olarak ifade ediliyor; Türk devletinin kabul ettiği rakamları esas alacak olursak, bu sayı ölen asker ve polisin beş katıdır. Bugüne kadar PKK ile devlet arasında yapılan pazarlıkların, görüşmelerin hiçbirinde öldürülen Kürt savaşçıların ailelerinin hassasiyetleri, duyguları konu dahi edilmedi. Öcalan da mahkeme de çocuklarını bu savaşta kaybeden Kürtlerden değil, Türklerden özür diledi. Ülkesinin işgal edilmesine, haysiyetinin ortadan kaldırılmasına karşı direndiği için öldürülen Kürt savaşçıların ailelerinin, mensubu oldukları ulusun değil de bu suçun faili olan asker ve polislerin ailelerinin “haysiyeti” konuşuluyor. Tam bir sömürgeci ahlakı ve hassasiyeti. Kürtler adına konuşan, pazarlık yapan ya da art niyetsiz bir biçimde çözüme ilişkin fikir beyan eden Kürtler de “150 binden fazla evladını toprağa veren, köyleriyle birlikte geçmişleri ve gelecekleri de ateşe verilen Kürtlerin hassasiyetini de göz önünde bulunduran bir dile ve çözüme kafa yorulmalıdır” demiyor, bu da çok garip. Türkler için Kürtlerin birer rakamdan ibaret olduğunu zaten biliyoruz, belli ki Kürtler de bunu kanıksamış gözüküyor. https://www.instagram.com/p/DEU-G2It65x/

46
 
 

Düşünce suçu ölümü gerektirmez, zaten düşünce suçunun kendisi ölümdür.

George Orwell

47
1
submitted 2 weeks ago by astaresiya to c/bover
 
 

Çok merak ediyorum kendimi Başıma birşey mi geldi Öldüm mü kaldım mı Hiçbir haber yok kendimden Bu sabah kapımı çaldım Kapıyı açan kendim Bir süre kendime baktım Bu güleç yüz bendim Oh ne güzel bir sabah Bugün de yaşıyorum demek Benden başka yok kimsem Beni merak edecek.

Aziz Nesin

48
 
 

Ekmeğini çalıyorlar, sonra ondan bir parça veriyorlar. Sonra sana, cömertliklerinden dolayı teşekkür etmeni emrediyorlar.

Gassan Fayiz Kenefânî

49
 
 

Şüphe yok ki, bu memlekette aç olanlar, en çok çalışanlardır.

Ali Şeriati

50
 
 

Düşman karşısında nasıl silaha sarılmışsak, namussuzluk ve sahtekarlığa karşı da ayaklanmamız gerektiğini herkes anlamadıkça, kötülükleri ortadan kaldırmanın imkanı yoktur.

Nikolay Gogol

view more: ‹ prev next ›